SAMOS DEPREMİ ULUSLARARASI ÇALIŞTAYDA ELE ALINDI

535

TÜBİTAK öncülüğünde gerçekleştirilen ASASE2021 uluslararası çalıştayının sonuç bildirgesi yayınlandı. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin de aralarında bulunduğu 4 üniversitenin işbirliğinde düzenlenen çalıştayda, 30 Ekim 2020 Samos depremi özelinde Ege Bölgesinin deprem gerçeği ortaya konuldu.

TÜBİTAK öncülüğünde Dokuz Eylül Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Ferrara Üniversitesi ve Selanik Aristoteles Üniversitesi’nin katkılarıyla çevrim içi düzenlenen “Active Tectonics and Seismicity of the Aegean Region with special emphasis on the 30 October 2020 Samos Earthquake (ASASE2021)” adlı uluslararası deprem çalıştayının sonuç bildirgesi yayınlandı. 20-21 Mayıs 2021 tarihlerinde gerçekleştirilen çalıştayda 30 Ekim 2020’de meydana gelen Samos Depremi’nin etkileri dikkate alınarak deprem olgusu tartışılırken; Ege Bölgesi’nin aktif tektoniğine ve depremselliğine ışık tutulması amaçlandı.

Çalıştayda iki gün boyunca Türkiye, Yunanistan, İtalya, Almanya, Japonya, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nden bilim insanları tarafından toplam otuz sözlü sunum ve 5 poster sunumu gerçekleştirildi. Bu sunumlarda Ege Bölgesi’nin deprem jeolojisi ve depremselliği, sismik tehlike kaynakları ve tsunami tehlikeleri ile ilgili en son bilimsel çalışmalar sunuldu.

Çalıştayda ayrıca, Ege Bölgesi’nde deprem araştırmaları konusunda yapılan son çalışmaların kalıcı olması için the Turkish Journal of Earth Sciences’ın özel bir sayısını çıkarılmasına karar verildi. The Turkish Journal of Earth Sciences’ın bu özel sayısının 30 Ekim 2020’de meydana gelen depremde hayatını kaybedenlere ithaf edileceği açıklandı.

ÇALIŞTAY SONUÇ BİLDİRGESİ

Deprem çalıştayı sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi;

“Deprem jeolojisi ile ilgili son yüz yılda yaşanan gelişmeler sunulmuş ve bu gelişmelerin sismik tehlike değerlendirme analizlerinde ne kadar önemli olduğunun altı çizilmiştir. Ege Bölgesi’nin depremselliğinin büyük bir kısmından sorumlu olan Helenik dalma batma zonunun üç boyutlu geometrisi ortaya çıkarılmıştır. Ege Bölgesi’ndeki genişlemeli tektoniğin yaklaşık 5 milyon yıl önce Kuzey Anadolu Fayı’nın bölgeye ulaşmasıyla birlikte doğrultu atımlı fay hareketlerinden giderek daha fazla etkilendiği ve bu bölgedeki depremselliğin o zamandan beri arttığı belirtilmiştir. Özellikle tarihi dönemlerde bölgede depremlere neden olan faylar tanımlanmış, Samos Adası ile Gümüldür arasında kalan Kuşadası Körfezi’ndeki denizaltı fayları deniz jeologları ve jeofizikçilerinin katkılarıyla haritalanmıştır. Buna ek olarak, Samos depremine bağlı olarak bölgedeki denizaltı faylarının tetikleyici etkileri değerlendirilmiştir. Depremden hemen sonra üretilen uydu görüntüleri yardımıyla hızlı hasar tespit haritalarının üretilmesi ve buna göre hasar tespit çalışmalarının yapılması önerilmiştir.”

AFET RİSK YÖNETİMİ VURGUSU

Raporda ayrıca afet risk yönetimine de dikkat çekilerek, “Deprem öncesi ve sonrasında yeraltı suyu seviyelerinde ve jeotermal alanlarda değişimler meydana geldiği, bu nedenle yeraltı suyu değişikliklerinin tutarlı bir şekilde izlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Samos Adası’nda meydana gelen ana şokun heyelan ve kaya düşmelerini tetiklediği belirtilmiş ve çoklu afet risk yönetimine dikkat çekilmiştir. Covid salgını sırasında meydana gelen Samos depremi çoklu afet risk yönetimi yaklaşımının gerekliliğini ön plana çıkarmıştır. Mevcut yapı stokunun depreme karşı direncini tahmin etmek için bir sonraki deprem gerçekleşmeden İzmir’deki yapı stoku envanterinin çıkarılması ve kentsel dönüşüm yol haritasının doğal afet eksenli olarak yapılması önerilmiştir. Samos depreminden elde edilen en önemli çıkarım, en ağır hasarın görüldüğü yerin depremin merkez üssü olmayabileceği gerçeğidir. Bu nedenle günümüzde gerçekleşen depremlere neden olan faylar ve tarihsel dönemlerde meydana gelen depremlerin şiddet dağılımları gözden geçirilmelidir. Alınan bir diğer önemli ders ise Samos depremi sırasında yerel zemin koşullarının davranışı ile ilgilidir. Yıkılan binanın altındaki zemin deprem dalgalarını 2 kattan fazla büyütmüştür. Bunun yanı sıra, deprem sırasında zemin davranışı doğrusal davranışını değiştirmiş ve ortalama 55-60 m derinlikte doğrusal olmayan özellikler göstermiştir” ifadeleri kullanıldı.

İlgili Yazılar